2024-11-27

Siyasi İşler Başkanı Ve Parti Sözcüsü Suat Kılıç, MYK Toplantısı Sonrasında Basın Açıklamasında Bulundu

PDF İndir

2025 yılı bütçe kanunu tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelmiş bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 2025 yılı bütçe kanun teklifinin görüşmeleri devam ederken hükümete bu çatı altından bir kez daha teklifte bulunuyoruz:

2025 yılında uygulanacak asgari ücret rakamı aylık 35 bin TL’nin altında kalmamalıdır. 35 bin TL, açlık sınırının üzerinde dört kişilik bir ailenin hayatını idame ettirebilmesi için gereken zorunlu karşılıktır.

Türkiye’de enflasyon rakamı TÜİK’in açıkladığı çerçevede bile olsa satın alma gücü parite- si olarak bakıldığında 35 bin TL’nin altındaki bir asgari ücretle dört kişilik ailenin hayatını idame ettirmesi maalesef mümkün değildir. Bu çerçevede başta Hazine ve Maliye Bakanı olmak üzere Sayın Cumhurbaşkanı ve bütün hükümet yetkililerinden 35 bin TL’lik asgari ücrete göre hazırlık yapmalarını bekliyoruz.

Komisyon çalışmalarına devam ediyor. Ser veriyor, sır vermiyorlar. Ama görüyor ve anlıyoruz ki asgari ücret rakamı gerçekleşen enflasyon rakamının bile altında kalacak şekilde ketum çalışmalara devam ediliyor.

Elbette ki asgari ücret rakamı 17 bin TL’den 35 bin TL’ye çıkarılırken bütün yük işverenin sırtında bırakılmamalıdır. Hükümet, işverenin üzerindeki vergi yükünü imtiyazlı holdinglere sağlamış olduğu vergi istisnalarıyla takas etmek suretiyle asgari ücretin 35 bin TL’ye çıkmasını sağlamalıdır.

Geçtiğimiz günlerde hükümet kanalından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafın- dan yapılan bir açıklama kamuoyunda beklenen etkiyi uyandırmadı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın açıklaması dikkate alındığında görülüyor ki 1 Ocak 2025 tarihinden geçerli olmak üzere konutlarda yıllık 5000 kWh’in üzerindeki tüketimler- de enerji faturalarındaki %60’lık sübvansiyon kalemi kaldırılacak. Mevcut faturaların %60 sübvansiyonlu olduğu, 1 Ocak’tan itibaren faturalarda %60 sübvansiyonun kaldırılacağı gerçeği dikkate alındığında karşımıza çıkan tablo şudur:

1 Ocak 2025 tarihinden itibaren yıllık tüketimi toplamda 5000 kWh’i aşan aboneler için elektrik tüketimine %150 zam gelecek demektir. Elektrik tüketimine kış aylarında gelecek bu zammı bu ülkede hiç kimsenin karşılayabilmesi mümkün değildir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ne yaptığının farkında mıdır? Artık gelenden geçenden, hatta köprülerden geçmeyenden, hava alanlarından uçmayanlardan bile vergi alınan bu dönem bir sona ermelidir.

E-ticaretten, internet üzerinden yapılan ticaretten bile vergi almayı planlayan hükümet büyük holdinglerin, imtiyazlı patronların tahakkuk etmiş vergilerini bile tahsil yoluna gitmemektedir.

Bu dramatik bir durumdur. Kamu maliyesinin geldiği bu çöküş tablosu hiçbir şekilde kabul edilebilir bir tablo değildir.

Bu hazin tablo içerisinde bir başka hüzün Tablosunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Maalesef Türkiye’de kamuya ait çocuk yuvalarında ve kamunun denetimindeki özel yuvalarda yaşanan hazin hadiseler, dramatik olaylar tüylerimizi diken diken etmekte, yaşama sevincimizi tüketmektedir.

Geçen haftalarda Balıkesir, Mersin ve İstanbul’da, son anda da Niğde’deki çocuk evleri sitesinde yaşanan hadiseler gerçekten tüyler ürperten hadiselerdir.

Niğde’deki devlet yurdunda 9 yaşında engelli ve epilepsi hastası bir yavrumuz maalesef çalışan şiddetine maruz kalmış ve hayatını kaybetmiştir. Çocuk 9 yaşında, engelli, epilepsi hassası, vicdanını yitirmiş kamu çalışanı ne istiyorsun?

Devlet bu tabloyu görmüyorsa devlet değildir. Devlet yurdunda 9 yaşında bir yavrunun darp edilmek suretiyle hayatını kaybettiği bir ülke sosyal devlet değildir.

Çocuklar aç bırakılmış, darp edilmiş. Tekmelenip yerlerde sürüklenmiş, dövülmüş. Çocuklara topluca banyolar yaptırılmış. Mahremiyetleri yok edilmiş. Çocuklar merdiven altına kapatılmış, hücre cezalarına maruz bırakılmış. Böyle bir ülkede Aile Bakanlığı vardır belki ama Aile Bakanı yoktur.

Altını çizerek söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nde Aile Bakanlığı vardır ama Aile Bakanı yoktur. Aile Bakanının hele hele anne bir bakanın olduğu ülkede çocukların bu şekilde katledilmesi söz konusu bile olamaz. Olduğunda yapanın yanına kar kalamaz.

Türkiye Yüzyılı çocukların haklarının ve hayatlarının korunamadığı bir yüzyıl mı olacaktı? Hayal bu muydu? Hayal bile değildi. Maalesef gerçek oldu. Var ile yok arasındaki aile ba- kanı artık o koltuğu boşaltmalı. En azından ailenin ne olduğunu, çocuk sevgisinin nasıl yaşandığını bilen bir bakan o vazifeyi omuzlarına almalıdır.

Ankara’mızda yaşanan ama başkentimizde duyulmayan bir hadise. Çayırhan Termik Santrali ve Maden Ocağı’nın özelleştirilmesine yönelik işçi eylemleri. Çayırhan, Ankara’nın Nallıhan ilçesine bağlı bir yerleşim yeri. Burada bir maden ocağı var. Binlerce işçi senelerdir devlet için, millet için üretmeye devam ediyor. Senelerdir Türkiye Cumhuriyeti için üreten bu insanlar Ankara Çayırhan’dan seslerini Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentin- deki devlet adamlarına maalesef duyuramıyorlar.

Yine bir özelleştirme hadisesi yaşanıyor. Yine üreten, kazandıran, kârda olan bir kamu işletmesi madeni satılmak isteniyor. Yer altında madencilerin direnişi, yer üstünde binlerce aile bireyinin gergin ve endişeli bekleyişi devam ediyor.

Başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ve diğer kabine üyelerinden henüz bir kelam, bir beyan işitmedik. İşçiler önümüzdeki günlerde açlık grevine başlayacaklar 2.500 insan yer altından devlet için, millet için maden çıkarıyorlar ve önlerine dayatılan özelleştirme prosedürüne bakınız. Özelleştirme sonrası en geç 4 ay içinde işçiler lojmanları terk edecek, özelleştirmeden hemen sonra kamu işçisi statüsünde olan işçiler devletin diğer ünitelerine geçirilecek. Geri kalan işçilerin iş akitleri feshedilecek.

Ama akla ziyan bir durum. İşletmede çalışan işçilerin zaten %99’u kamu işçisi statüsünde değil. “Yani kar yağarken, Ankara’da ayaz varken inadına bu özelleştirmeyi yapacağız, sizleri lojmanlarınızdan kar altında dışarı atacağız ve alayınızı işsiz, açsız, ekmeksiz bırakacağız” deniliyor. Devlet bunu diyebilir mi? Bu maden kime satılacak? Ne bu acele? Zorunuz nedir?

Acilen hükümetimizi Çayırhan Termik Santrali ve maden sahalarının satışı hedefinden vazgeçmeye davet ediyoruz. Verimlilik içerisinde, Türkiye’nin lehine bir özelleştirme programı olacaksa da işçilerin hakları mutlaka öncesinde garanti altına alınmalıdır.

Ama bu zamana kadarki uygulamalara bakıldığında, Türkiye’de maalesef yapılan satışlardan kaybeden her defasında devlet, kazanan ise her defasında kamu kurumlarını yok pahasına satın alan patronlar olmuştur. Kötü özelleştirme örneklerine bir yenisinin daha eklenmesine doğrusu razı değiliz.

Türkiye’de değişik illerde farklı partilerden belediyelere kayyumlar atandı. Bir yerde, bir kamu görevlisi atanmış olabilir, seçilmiş olabilir, terör örgütüne üye ise iltisaklı ise gücünü, imkanlarını terör örgütlerine ve teröristlere kullandırmakta ise elbette ki devlet gereğini yapacaktır.

Ama 10 yıldır, 12 yıldır devam eden yargılamaları sonuçlandırmayan devlet ya da bazı isimler, belediye başkanı seçilinceye kadar herhangi bir soruşturma açmayan devlet, belediyeler kazanıldıktan ve farklı partilere ait olduktan sonra harekete geçiyorsa burada da bir hukuk ihlalinin varlığına dikkat çekmek boynumuzun borcudur.

Biz bir adil düzen partisiyiz. Türkiye’de hukuksuzluğa taraf değiliz ve olamayız. Her şeyin hukuk içinde cereyan etmesi, herkesin de hukuk normlarına göre hareket etmesi lazımdır. Aksi takdirde zaten yanlış hesap Bağdat’tan dönmüyorsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden dönüyor ve Türkiye milyonlarca dolar ya da euro tazminat ödemeye mahkûm ediliyor. Bu tazminatları kim ödüyor? Nihayetinde devlet ama en sonunda millet yani bizler ödüyoruz.

Bir yerdeki hukuksuzluğa göz yumulursa rıza gösterilirse o hukuksuzluk her yeri sarar hale gelir. Hükümetten ve ilgili bakanlıktan hukukun içinde kalmalarını, mecbur kalmadıkça belediyelere kayyum atamamalarını, kayyum atanan belediyelerde yeni başkanı bele- diye meclis üyeleri arasından seçmelerini ya da belediye meclisinin seçim prosedürünü tatbik etmesini temin etmelerini bekliyoruz.

Hukuk bir adımdan değil bütün adımlardan ibaret olmalıdır. Hukuksuzluklar, güldür güldür şovların eğlence malzemesi yapılmamalıdır. Aksi halde ağlanacak halimize gülsek bile günün sonunda kaybeden devlettir, kaybeden millettir, kaybeden hukuka olan, sisteme olan güvendir. Terörist başını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çağırırken seçilmiş belediye başkanlarını cezaevine göndermek hem AK Parti hem de MHP açısından büyük bir çelişkidir.

Görünen odur ki terörist başı meclise çağrılırken seçilmiş belediye başkanlarının cezaevine gönderilmesi Türkiye’yi yönetenlerin büyük bir kafa karışıklığı içinde olduğunu göstermektedir. Bu kafa karşı karışıklığının bedeli de yine bizim tarafımızdan ödenmektedir.

Acilen hükümet ortakları arasındaki ihtilafların giderilmesi, kafa karışıklığının bertaraf edilmesi, teröre, teröriste, terör örgütüne, üyesine, iltisaklısına, irtibatlısına her ne muamele yapılacaksa bu muamelelerde adalet ilkesinden ödün verilmemesini kendilerine tavsiye ediyoruz.

“Birinci sorum; MHP Lideri Bahçeli’nin bugün açıklamaları oldu. İmralı - DEM Parti görüşmeleri hakkında. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? İkinci sorum İstanbul’daki kreş ve gündüz bakım evleriyle alakalı. Çevre Bakanı Murat Kurum ve Özgür Özel karşı karşıya geldi bu konuda.” sorularına cevaben;

İlk sorunuza cevap olarak; Sayın Bahçeli’nin açıklamalarını biz de takip ediyoruz. Sayın Devlet Bahçeli’nin bugünkü açıklamalarında ne var? Diyor ki “DEM Parti heyetinin İmralı’yla görüşmesi sağlanmalıdır”.

DEM Parti heyeti geçen hafta Yeniden Refah Partimizi ziyaret etti. O ziyarette gördük ki bu sürece ilişkin kendilerinde herhangi bir özel ya da genel bir bilgi yok. Kamuoyunun bildiğinden daha farklı bir bilgi kendilerinde de mevcut değil. Eğer bir süreç başlatılacaksa ya da adı her ne olacaksa DEM Parti’nin de buna ilişkin bilgilendirilmesi lazım.

Sayın Bahçeli mademki sivil siyasete misyon yüklemiştir, seçilmiş Dem partililerin İmralı’yla görüşmesini istemiştir. Biz de bu öneriyi destekliyoruz. Eğer bir yol alınacaksa, bir adım atılacaksa Sayın Bahçeli’nin DEM Partililerin İmralı’yla görüşmesine ilişkin çağrısına AK Parti de gereken desteği vermelidir. Bu izin verilmelidir.

Görüşme sağlansın. Her ne mesaj alınacaksa alınsın. Türkiye bir muammanın parametrelerini tartışmasın. Bu tartışma bir belirlilik içinde cereyan etsin ve yaşansın. Alınacak bir yol varsa alınsın. Atılacak bir adım varsa atılsın. Ama Türkiye havanda su dövmeyi bıraksın. Boşu boşuna gerginlikler, gerilimler yaşanmasın.

Sayın Bahçeli’nin daha önceki çağrısına yani terörist başının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelmesi çağrısına kesin bir dille ret yanıtını biz vermiştik. Anlaşılan AK Parti koridorların- da da o çağrı karşılık bulmadı. Öyle zannediyorum ki DEM Partililerin İmralı ile temasa geçmesi çağrısı, AK Parti koridorlarında da karşılık bulacaktır ve bu karşılığın sonrasında İmralı’nın bir etkisi, yetkisi, gücü var mı, yok mu, bu da ortaya çıkmış olacaktır.

Terörün bitmesi, terör örgütlerinin tasfiye edilmesi, Türkiye’nin bölünme kaygılarıyla, korkularıyla yönetilen, yönlendirilen bir ülke olmaktan çıkması hepimizin hayrınadır, hepimizin yararınadır. Gelişmeleri biz de ilgiyle ve dikkatle takip ediyoruz.

Diğer sorunuz kreş ve gündüz bakım evleri. Doğrusu bütün siyasi partilerin yerel seçimlerde verilmiş kreş sözleri vardı. Ankara’da bizim de yüzlerce kreş sözümüz vardı. İstanbul’da Sayın Murat Kurum’un da 100’e yakın kreş açma sözü vardı.

Esasında CHP’li belediyelere hiç beklemedikleri bir can suyu bu genelge ile yasak kararıyla verilmiş oldu. Çünkü söz verdikleri kreşlerin %10’unu bile yapamayan belediyeler bunlar. Verdikleri sözü tutamayan belediyeler bunlar ama kamuoyunda bu genelge marifetiyle öyle bir algı oluştu ki sanki CHP’li belediyeler bütün mahalleleri, semtleri kreşlerle doldurmuşlar da hükümet de buna karşı çıkıyor, engel oluyor.

Ankara’da kaç tane kreş tabelası gördünüz veya İstanbul’da kaç tane kreş tabelası gördünüz? Var olanlar zaten numunelik ama belediye başkanları muhtemelen bu kararın al- tında imzası bulunanları alkışlıyorlardır. Yapmadıkları bir hizmetin 10 katı, 20 katı lehlerine bir hizmet yapılmış gibi puan yazdırdıkları için.

Dünyada bu işler daha ziyade yerel yönetimler marifetiyle yapılır. Belediyeler kreş mi açıyor? Bırakın açsınlar. Anaokulu mu açıyor? Bırakın açsınlar. Anayasa mahkemesinin ya da yasaların amir hükümleri varsa ona göre dizayn olsunlar, devlet de gereken denetimi bunlar üzerinde sağlasın.

Eğer bu kreşlerde, anaokulu, gündüz bakım evi gibi yerlerde genel eğitim müfredatımıza, millî ve manevi değerlerimize, birlik ve beraberliğimize aykırı eğitimler veriliyorsa, talimler yapılıyorsa elbette ki devletin gereğini yapmak hakkıdır, vazifesidir. Ama “topyekûn hiçbir denetim yapmaksızın alayını kaldırmaya ve kapatmaya karar verdim” demenin hukukla da, mantıkla da, siyasetle de izah edilebilir bir tarafı yoktur.

 

 

Suat KILIÇ

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı

Siyasi İşler Başkanı