2025-01-28
Siyasi İşler Başkanı Suat Kılıç, KRT TV'de Elif Doğan Şentürk İle Çalar Saat Programı'na Konuk Oldu
Son dönemdeki gözaltı ve tutuklamalarla genel manada muhalefet üzerinde bir baskı iklimi oluşturuluyor denilebilir mi? Bir partinin genel başkanının, bir başka partinin ise belediye başkanının gözaltına alınması, yine bir partinin gençlik kolları başkanının ifadeye çağrılması gibi olaylar yaşandı. Aslında bakıldığı zaman bu fotoğraf böyle yorumlanmaya çok müsait bir fotoğraf. Ama şu var ki demokrasilerde muhalefet üzerinde devlet gücünü kullanarak, özellikle yargı erkinin gücüne başvurarak oluşturulan baskı iklimi genelde ve çoğunlukla iktidarların aleyhine sonuçlar vermiştir. Dolayısıyla bugün bu yol bir yol olarak tercih edilecek olursa sonu iktidar için çok da parlak bir yol değildir diyebiliriz. Toplum mağdur gördüğünden yana reaksiyon gösterir ve toplum güçlünün karşısında birleşme ihtiyacı hisseder. Demokrasi ikliminde kim gücü elinde tutuyorsa deyim yerinde ise Demokles’in Kılıcı’nı elinde tutan aleyhinde bir toplumsal konsensüs oluşur. Bu reaksiyon göstermeye yönelik bir tutumdur. Toplum, güçten yana değil mağdurdan yana kenetlenmeyi tercih eder. Elbette ki yargı, “Belediye başkanı niye gözaltına alındı?”, “Gençlik kolu başkanı niye ifadeye çağrıldı?” gibi konulara apaçık bir şekilde cevap vermek mecburiyetindedir. Kaldı ki burada şöyle bir nüans var, Sayın Cumhurbaşkanı AK Parti İl Kongrelerine katılırken “turpun büyüğü heybede” dedi. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanı aslında yürütmenin başı. Eğer tutuklamaları ve gözaltıları kastederek “turpun büyüğü heybede” dediyse bir demok- rasi rejiminde tabii olarak olması gereken yürütmenin başındaki isim kim olursa olsun yargı süreçlerinde henüz yaşanmayanlardan haberdar olmamasıdır. Dolayısıyla toplum küçük turpları bıraktı, büyük turbun ne olduğuna odaklandı. Heybedeki büyük turp acaba ne? Kim kastediliyor? Bir başka belediye başkanı mı? Bir büyükşehir be- lediye başkanı mı? Birkaç büyükşehir belediye başkanı mı? 40 gün sonra mı? 50 gün sonra mı? 3 vakte kadarsa 7 gün mü, 70 gün mü? Bunları toplum konuşacak ama demokrasinin gelişimi açısından bakıldığında ve toplumun genel huzuru açısından bakıldığında bunlar hayra alamet durumlar değil. “Heybedeki turp” sözü aynı zamanda yargı makamları tarafından bir talimat olarak da telakki edilebilir. Bu da iyi bir şey değil. Çünkü Türkiye’de başsavcıları da bölge adliye mahkemesi başkanlarını da yani üst düzey yargı mensuplarını atayan yer Hakimler ve Savcılar Kurulu’dur ve başkanı Adalet Bakanı’dır. Hal böyle olunca, HSK’nın atamalarıyla yüksek yargı mensupları arasında bir doğrudan paralellik var. Dolayısıyla kabine ile de doğrudan bir ilinti var. Adalet Bakanı bir işin içindeyse tabi olarak Sayın Cumhurbaşkanı’ndan talimat almak da sürecin bir parçası olarak görülecektir. Bir hukukçu olarak tekrar hassasiyetin altını çizmek istiyorum. Yargı tam bağımsız değilse o rejimin adı demokrasi değildir. Yönetenlerin bile yargılanmaktan korkması, yargıdan korkması, ayağını buna göre denk alması, kanunları hesaba katması, bir gün bugün yaptığı işlemlerden dolayı hesaba çekileceğinin farkında olması gerekir. Kuvvetler ayrılığı dediğimiz şey tam da bu. Yasama, yürütme, yargı. Ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde kuvvetler ayrılığı alenen ve resmen rafa kal- dırılmış olmamakla birlikte fiilen kuvvetler ayrılığının işletilmesi bir hayli zor hale geldi. Çünkü kabine parlamento içinden çıkmıyor. Cumhurbaşkanlığı kararları kanun çıkarılıncaya kadar kanun yerine doğrudan geçebiliyor. Hal böyle olunca geçişkenlik fazlasıyla yürütme lehine evrildi. Yasama Meclisi bu anlamda geride kaldı, yargı bağımsızlığı geride kaldı, yürütme erki olması gerekenden çok fazlasıyla ön plana çıktı. 2018 yılından itibaren Başkanlık Sistemi ile yönetiliyoruz ve sistemin mucizeleri beraberinde getirmediğini hep birlikte gördük. Hızlı karar alabilmek icraatlar açısından önemlidir ama kararları tek başına almak da o ölçüde tehlikelidir. Eskiden Türkiye Büyük Millet Meclisi denetim olarak daha fazla devredeydi. Sayıştay de- netimi sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hesap verilebilirdik bakımından çok önemli bir denetimdi. TBMM’de yine KİT Komisyonu vardı, milletvekilleri bütün kamu iktisadi teşebbüslerini hesaba çeker, sorgular devletin denetimini, kontrolünü yaparlardı. Bütün bu kontrol mekanizmaları kaybedildi. Demokratik bir rejimin denge ve denetimi beraberinde taşıyor olması lazım. Denge, denetim mekanizmalarının çalışmadığı bir rejimin demokratikliğinden söz edebilmek mümkün değildir. TBMM bu anlamda büyük ölçüde devre dışı kaldı. Gensoru mekanizması devre dışı kaldı. Bakanları düşürebilmek artık mümkün değil. Bakanları TBMM’de hesaba çekebilmek de mümkün değil. Yeniden Refah Partili milletvekillerimizin verdiği soru önergelerine, bakanlardan gelen cevaplara baktığımızda; milletvekilimiz çok kritik konularda beş tane soru sormuş, bakanlık- tan gelen cevapta tek madde halinde kanundaki karşılık anlatılmış. Soruların hiçbirine bir tane cevap neredeyse yok. Deyim yerinde ise bakanlar ya da bürokratlar işlerine geliyorsa cevap veriyorlar, gelmiyorsa cevap dahi vermiyorlar ve bu durumda muhalefet milletvekillerinin denetleme yetkisi tamamen askıya alınmış durumda. Böyle bir sistemi uzun vadede sürdürebilmenin imkansızlığını elbette ki AK Parti içindeki aklı selim sahipleri de fark ediyor ve telafluz da ediyor. Yeniden Refah Partisi’nin Başkanlık Sistemi’ne yaklaşımı nedir? Bir kere AK Parti’nin fark ettiğinin yanında bir de kaygısı var. Bu güçler bir başka partinin, iktidarın ya da cumhurbaşkanının eline geçerse neler yapılabilir? Dolayısıyla bu kadar gücü bir kişide toplamanın işte böyle bir riski mahsuru da beraberinde var. Bir gün bu iktidar mutlaka değişecek. İlk seçimde mi olur, sonraki seçimde mi olur, ne zaman olur bilemiyoruz. Tasarruf vatandaşın iradesine bağlı. Sandığa ne girer, sandıktan ne çıkar onu bilmemiz mümkün değil. Ama iktidar değiştiğinde gelen aynı anayasa ve aynı yetkileri kullandığında elbette ki AK Parti’deki dostlarımızın da kaygı duydukları çok büyük, çok önemli başlıklar var. O zaman bir rejimin herkese göre dizayn edilmesi lazım. Bir kişiye ya da bir partiye göre değil. Yeniden Refah’ın buradaki duruşu şudur. İlkesel olarak Başkanlık Sistemi’ni destekliyoruz ama yönetsel olarak bugünkü başkanlık sistemini tasvip etmiyoruz. Tüm yetkilerin cum- hurbaşkanının elinde toplanması, aynı zamanda kararnameler yoluyla yasama yetkisinin olması, tek imzasıyla –bakan imzasına gerek olmaksızın– bürokrasideki tüm tayin ve terfileri yapabilmesi, görevden almaları gerçekleştirebilmesi… Bir kişinin bu kadar işe yetişebilmesi mümkün değil. Artık bölge müdürleri de Sayın Cumhurbaşkanı imzasıyla atanıyor, bakanlıkların il müdürleri de sayın cumhurbaşkanı imzasıyla atanıyor. Maden sahalarının tahsis ve kiralamaları da Sayın Cumhurbaşkanı imzasıyla yapılıyor. Bu kadar detaylara kadar kim olursa olsun bir cumhurbaşkanının zaman bulması ve nitelikli çalışmalar yapabilmesi mümkün değil. Eski sistemde bakanlar gerçekten yetkileri olan karar mekanizmalarını bizzat çalıştıran, bürokratları üzerinde talimatlarıyla kendi otoritesini sağlayan ve hukuk çerçevesinde kendi bakanlık sahasını rahatlıkla yönetebilen kimselerdir. Bu bakanlar geneli itibarıyla siyasetin içinden gelen insanlardı. Meclisi bilirdi, milletvekillerinin ihtiyaç ve sıkıntılarını bilirdi. Sahayı bilir, bakan olmadan önce en az bir dönem milletvekilliği yapmışlığı, köy kahvesinde köy temsilcisinden, muhtarından azar işitmişliği vardı. Pazar yerinde pazar esnafının yakınmasına muhatap olmuşluğu vardı. Filesini dolduramayan vatandaştan fırça yemişliği vardı. Bütün bu tecrübelerle gelip bakan olduğu zaman o bakan, gerçekten o sahanın bakanı olur, göreni olur, sorun çözeni olur. Bürokrasiden gelerek bakan olan isimlerin birebir siyasi tecrübesi olan isimler kadar deneyimli olabilmesi mümkün değil. Hal böyle olunca kabine ile toplum arasında bir kopukluk da meydana geliyor. Bakanların çoğunu sokakta göremiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı da anlattığım gibi yani bu kadar işin gücün yoğunluğun arasında her meseleyi nihayetinde kendisine intikal ettiren yeni bir sistem inşa ettiği için o zamanı o fır- satı bulabilmesi artık mümkün değil. Zaten iktidarın 22 yıllık yıpranmışlığı var. Sizce Cumhurbaşkanı yakın zamanda erken seçime gidebilir mi? Sayın Cumhurbaşkanı bugünden bir seçim tarihi vermez. Seçimin zamanını, koşullarını, statüsünü belirleyebileceği bir zemin ve ortam oluştuğunda Sayın Cumhurbaşkanı erken seçim kararını aldırmak üzere TBMM’de gerekli reaksiyonların oluşmasını sağlamak için adımını atacaktır. Çünkü TBMM erken seçim kararı aldığında Cumhurbaşkanı’nın da eş zamanlı görev süresi sona eriyor. TBMM, sadece Cumhurbaşkanı için seçim kararı almış olmuyor aynı zamanda milletvekilleri kendi görev sürelerini de kısaltmış olacaklar. Şu an AK Parti ve MHP’de “erken seçime gidiyoruz toparlanın” diyebilecek bir meclis çoğunluğu yok. Yanlarına en az üçüncü bir par- tinin daha dahil olması lazım ki 360 yeter sayısına ulaşılabilsin. Bununla birlikte toplumun önüne seçime giderken yeni bir şeyler koymak lazım. Ya ekonominin çok iyi olması lazım, ya refah düzeyinin şu anki açlık sınırının üzerinde bir yükseliş ile yükseltilmesi lazım. Toplum son yıllarda refahtan payını alamadı. Türkiye ekonomisi belli ölçüde büyüdü ama çalışanların ücretli kesimin cebine bu yansımadı. - Bugün asgari ücret açlık sınırının altında. - Bağ-Kur ve SSK emeklisinin maaşlarıyla geçinebilmeleri mümkün değil. - Emeklilikte adalet arayanlarla ilgili bir adım atılmış değil. - Staj ve çıraklık süreleri devletin tahammülüne göre emekliliğe sayılmadı. - Gençlerin evlenmesinin önündeki süresiz nafaka meselesi ortada duruyor. Daha burada ifade etmediğimiz ve büyük kitleleri temsil eden mağdur gruplar söz konu- su. Bu mağduriyetler iktidar tarafından henüz giderilmiş değil. Muhalefet gözüyle Yeniden Refah Partisi olarak, Türkiye’nin sosyoekonomik koşullarına baktığımızda aslında 2027 yılına kadar Türkiye’nin bu ekonomik yükü ve ağırlığı taşıyabilmesini mümkün görmüyoruz. 2,5 yıl daha toplum bu ağır yükü taşıyamaz kaldıramaz. Çarşıya pazara çıktığınız zaman kilo fiyatı 100 lira olan hamsiyi bile almakta vatandaşın zorlandığını görüyorsunuz. Sebze ve meyve fiyatlarına insanlar bakıyor, hepsine ihtiyacı var ama birkaçını alıyor. Pırasa tezgahının önünde düşünen vatandaş elbette ki sandık önüne geldiğinde de düşünmeye devam edecek ve farklı bir karar verecek. Elbette Sayın Cumhurbaşkanı’nın çok maharet gösterdiği alanlar var. Mademki toplum ik- tidarı değiştiremiyor, Sayın Cumhurbaşkanı iktidar partisinin vitrinini değiştirerek toplumun önüne sürekli yeni yüzlerle çıkma becerisini gösteriyor. Burada da anlaşılıyor ki öne çekilen AK Parti Büyük Kongresi’nde vitrin yine dizayn edilecek. Muhtemelen vitrin dizayn edildik- ten hemen sonra kabine de yeniden dizayn edilecek. Ve gidenler, bugünkü deyim yerinde ise ekonomide yaşanan olumsuzlukların, toplumda yaşanan çöküntünün sorumlusu olacak, bazı sahalarda yaşanan çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun sorumlusu giden isimler olacak ve yeni isimlerle, yeni yüzlerle iktidar yeni bir performans denemesine başlayacak. Tabii burada şu var, değişim yapacak olan toplum. İstanbul belediye seçiminde, Ankara belediye seçiminde, daha Türkiye’nin birçok ilinde belediye başkanları değişti. Ve sağdan sola geçti belediyeler. AK Parti ile MHP’nin ittifak halinde seçime girdiği birçok ilde sağ tek blok olduğu halde CHP’li adaylar seçim kazandı. Bu Denizli’de yaşandı, bu Kütahya’da yaşandı, bu Uşak’ta yaşandı. Adıyaman gibi çok muhafazakâr bir şehirde yaşandı. Kahramanmaraş Deprem Bölgesi, Yeniden Refah Partimiz %34 oy oranına ulaştı ki neredeyse Kahramanmaraş’ta da Büyükşehir Belediyesi’ni kazanmış olacaktık. Afyonkarahisar gibi CHP, tarihinde hiç yönetmediği bir belediyeyi kazandı. Kilisliler’in bile inanamadığı bir şekilde belediye başkanı şu an Cumhuriyet Halk Partili. Vatandaş yerel seçimde bu iradeyi ortaya koyabildiğine göre, genel seçimde ortaya koya- cağı iradeye de bugünden saygı göstermek mecburiyetindeyiz. Cumhurbaşkanı olarak kimi görmek istiyorsa vatandaş seçimini yapacaktır. Parlamentoda çoğunluğu kime vermek istiyorsa vatandaş seçimini yapacaktır. Belediye meclisleri ile belediye başkanlarını nasıl ayırt etmeyi başardıysa 50 yıldır 60 yıldır sağın kalesi olan tırnak içinde illeri nasıl sağdan alıp sola verdiyse, iradeyi bu anlamda değiştirdiyse, Yozgat’ı, Şanlıurfa’yı ve Türkiye’nin onlarla birlikte 63 ilçe ve belde belediyesini nasıl ki iktidardan alıp, Yeniden Refah Partisi’ne verdiyse, vatandaş seçimde de değişimin gereğini yapacaktır diye düşünüyorum. Yapmazsa ne olur? Vatandaş iradesini hafife alamayız. Bazıları gibi oyları kategorize ede- meyiz. Üniversitedeki rektörün oyuyla dağdaki çobanın oyu eşit. Ama dağdaki çobanın öyle bir feraseti var ki çoğu zaman rektörden daha fazla belki piyasayı, pazarı, çarşıyı, hayat pahalılığını, geçim darlığını görebiliyor. Biz bunları yaşadık. Üç dönem milletvekilliğini ben Samsun’da, sahada, köylerde, kırlarda, bayırlarda yaptım. Vatandaşın az okumuş olmasına rağmen, tahsilsizliğine rağmen nasıl bir irfanla, nasıl bir ilimle hareket ettiğini çok rahat görebildik. Dolayısıyla vatandaş değişimi istiyorsa sandıkta reyini ortaya koyacaktır. Yok böyle devam etsin diyorsa diyecek bir şey yok. Ama ben çarşıya pazara gittiğimde, esnafı ziyaret ettiğimde böyle devam etsin denilen bir iklim görmüyorum. En son sokak ziyaretlerini Manisa, İzmir, Trabzon ve Rize’de yaptım. Sokakta gördüğüm iktidara karşı ekonomiden kaynaklı özellikle büyük bir tepki var. Eskiden bir numaralı itiraz terörle mücadeleden gelirdi. Şimdi bir numaralı itiraz ekonominin kötü yönetiminden, hayat pahalılığından, maaşlardan ve emekli maaşlarından geliyor. Dolayısıyla bu itirazlar sandığa mutlaka yansıyacaktır. Yeniden Refah Partisi olarak, erken seçimin 2026 yılının ilkbaharı ya da sonbaharı olabileceğini öngörüyoruz. Bu tarih, iktidarın da tercih edeceği bir tarihtir. Büyük olasılıkla da 2026 sonbaharı. 2025 yılı acı reçete yılı olacak. Asgari ücretin açlık sınırının altında tutulmasından anlıyoruz ki 2025 yılı acı reçetenin yutturulacağı yıl. Dolayısıyla 2025 yılında tasarruf tedbirleri belki uygulamaya alınacak, reçete halka yutturulacak, faturayı biz ödeyeceğiz bütün toplum kesimleri olarak, imtiyazlı holdinglere dokunulmayacak, vergi istisnaları kaldırılmayacak, faiz ödemelerinden vazgeçilmeyecek, borç-faiz sarmalından Türkiye çıkarılmayacak ama bütün bunun faturası tabana yayılacak, dar gelirliye, sabit ücretliye ödetilecek. 2025 yılındaki bu daralmanın ardından muhtemelen 2026 yılında biraz da kaynak üretmiş olarak, kemeri biraz gevşeterek, reçetenin tadını biraz daha acıdan tatlıya doğru çevirerek, halkın yüzüne biraz daha gülümseyerek yeni yıla bir seçim vaadiyle ve gelecek umuduyla girilecek. 2026 sonbaharı buna daha yakın çünkü 2025 yılındaki acı reçetenin acısı ancak o zamana bir miktar hafiflemiş olacak ama vatandaş bunun acısını unutur mu unutmaz mı onu bilemeyiz. TBMM çatısı altında Yeni Yol Grubu oluştu. Yeniden Refah Partisi o grubun içerisinde yok. Yarın olabilir mi? Yeni Yol grubunda olmayacağız. Yeniden Refah Partisi yoluna, Yeniden Refah Partisi olarak devam edecek. Yeniden Refah Partisi’nin 55 yıllık bir fikri, ideolojik mazisi var. Güçlü temeller üzerine inşa edildik. Bir baraj problemiyle karşı karşıya olmadığımızı anketlere baktığımız zaman görüyoruz. Zaten vatandaşımız bize barajın üstüne çıkaracak bir desteği vermeyecekse, O takdirde zaten siyaset için didişmenin, uğraşmanın çok fazla bir anlamı yok. Yeniden Refah Partisi kendi söylemini kendi başına yaşatmak zorunda. 3-4 parti ile bir araya geldiğinizde ekonomiye bakış açınız farklılaşıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne bakış açınız farklılaşıyor. Enflasyonla mücadeleye bakış açınız farklılaşıyor. Cumhur İttifakı’nda yer alarak ittifakı deneyimlediniz. Yeniden Refah Partisi olarak Cumhur İttifakı’nın içerisine dahil oldunuz ama ekonomide anlaşamadınız. Bu gibi anlaşmazlıkları mı kastediyorsunuz? 30 madde koyduk önlerine, protokol yaptık. Bize “evet tamam bu protokoldeki 30 maddeyi biz hayata geçireceğiz” dediler. Ama seçim bittikten, cumhurbaşkanı seçildikten, kabine kurulduktan sonra 30 maddenin biriyle ilgili bile bizimle görüşme isteği göstermediler. Hiçbir maddeyi de gerçekleştirmediler. Orada faizsiz ekonomi, denk bütçe, asgari ücretin geçim düzeyinin üzerine çıkarılması, en düşük emekli maaşının da asgari ücrete eşitlenmesi gibi çok önemli toplumsal talepler vardı ama hiçbirini iktidar karşılamadı. Hal böyle olunca bir başka parti ile birliktelik gerçekten sürdürülebilir bir durum değil. O gün itibariyle Yenilen Refah Partisi Cumhur İttifakı’na dahil oldu. Çünkü kurulduktan sonraki ilk seçimiydi, parlamentoya girme ihtiyacı vardı ve 30 maddelik de protokole bağlanmış koşulları vardı. Nihayetinde gördük ki bir başka partinin çatısı altında olmak gerçekten kendinizden tavizler vermeniz gerekiyor. Bir seçim ittifakına da girmeyiz mi diyorsunuz şimdiden? Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan cumhurbaşkanı adayımız olacak. Yeniden Refah Par- tisi de milletvekili seçimine kendi cumhurbaşkanı adayıyla, kendi başına, kendi logosuyla girecek. Yeni Yol Grubu genişleyebilir mi? Yeterince kalabalıklar diye düşünüyoruz. Yani bir fikri ideolojik birlik olabilirlerse Türkiye için iyi olur. Ama 1 artı 1 artı 1 artı 1 artı 1 eşittir 5 etmiyor. Siyaset geçmişte bize bunu gösterdi. Özgün ve gerçekçi duruşunuzu toplumla paylaşmamızın daha isabetli olduğunu gördük bugüne kadar. Yapılan anketlerde durumunuz nedir şimdi? Hala üye sayınız artıyor mu? Bugün itibariyle 625 bin üye sayısına ulaştık. Türkiye’nin üye sayısı bakımından en hızlı büyüyen partisiyiz ve Yargıtay’ın 1 Ocak’ta açıkladığı verilere göre AK Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden sonra 625 bin üye sayımızla Türkiye’nin en büyük üçüncü partisiyiz. İstatistikler gösteriyor ki Yenilen Refah Partisi üye sayısının 6 katına yakın oylar alıyor her seçimde. Hal böyle olunca şu anki üye sayımız %8 ila %10 arası bir oya tekabül ediyor. Biz üye sayımızı da 1 milyonun üzerine çıkarmaya gayret ediyoruz. Bu takdirde de 6 milyon civarında bir oya ulaşacağımız anlamına geliyor. Bu da milletvekili seçiminde Türkiye genelinde yaklaşık %12 ila %15 arasında minimum bir oya ulaşabileceğimizi teyit ediyor. Mevcut anketlerde durumunuz nasıl? Gelen anketlerde Yeniden Refah Partisi olarak %7-8 civarındayız. Bu DEM parti ile devam eden diyaloglar sürecinde de biz çok doğru ve toplumun hüsnü kabulüne mazhar olan bir duruş ortaya koyduk. Mesela; Sayın Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan meclise gelsin” çağrısına hiçbir şekilde “Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altına girmesine seyirci kalmayız” şeklinde cevap verdik. Bugün de diyoruz ki “ne Ankara’ya gelebilir ne de ana karaya” çıkabilir. “Terör örgütüyle mücadele edilir, müzakere edilmez.” Altını çizdiğimiz bir konu daha var. Bugün iktidar temsilcileri de DEM Parti heyeti de aynı şeyi yapıyor. PKK’nın bitme ihtimalini terörün bitmesi olarak yansıtıyorlar topluma ve bir illüzyon meydana getiriliyor. PKK’nın bitmesi, terörün bitmesi değildir. PYD, YPG bitmedikçe PKK’nın bitmesi anlamlı da değildir. PKK, bugün hiçbir şart ileri sürmeden, tek taraflı olarak kendini lağvetse bile PYD ile YPG Suriye’deki varlığını korumaya devam ettiği sürece Türkiye için tehdit, %100’den 99’a bile gerilemeyecektir. Net söylüyoruz bunu. Terör örgütü gider, terör devleti gelir. Suriye’yi paramparça ederler ve orada PYD/YPG kontrolünde bir devletçiği; federasyon olarak mı olur özgürleştirmek olarak mı olur Türkiye’ye konfederal bir yapı dayatarak mı olur bugünden bunları bilemiyoruz, göremiyoruz ama bildiğimiz ve gördüğümüz bir şey var o da şudur: PKK şartsız lağvedilsin diyenler “PYD ve YPG’ye dokunulmasın” cümlesini de masa altından seslendiriyorlar. PYD ve YPG’ye dokunulmayacak ise PKK’nın şartsız şurtsuz bile olsa lağvedilmesinin yarınlar için Türkiye’ye sağlayacağı bir güvenlik ortamı yoktur. Zaten devlet “70-80 kişi kaldı” diyordu. “Ayakkabı numarasına kadar biliyoruz, dağda kimlerin var olduğunu biliyoruz” diyordu. Demek ki miadını doldurmuş, son kullanma tarihi geçmiş, tükeniş evresine gelmiş bir terör örgütü PKK. PYD ve YPG bitmedikten sonra PKK bitse ne olur? Bu sorunun cevabının en üst düzeyde verilmesi lazım. Suat KILIÇ Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Siyasi İşler Başkanı